Krizlerin Yönetimi
Orta Doğu’da DEAŞ’a karşı savaşın siyasi istihdamının boyutları

Krizlerin Yönetimi

Orta Doğu’da DEAŞ’a karşı savaşın siyasi istihdamının boyutları



Geçtiğimiz yıllarda DEAŞ’a karşı süren savaş, birçok taraf arasındaki siyasi ilişkileri ve çatışmaları yönetmenin araçlarından birini temsil etti. Bu savaşı, özellikle bölgedeki bazı ülkelerin tanık olduğu siyasi çatışmalar bağlamında diğer taraflara baskı yapmak için bir giriş noktası olarak gören taraflar var. DEAŞ’a karşı savaş dosyası da bir dizi uluslararası ve bölgesel güç arasında tırmanan anlaşmazlıklarda önemli bir kart olarak yer aldı. Bu, geçen yılın son aylarında Amerika Birleşik Devletleri ile Türkiye arasında yaşananlara ve iki taraf arasında DEAŞ ile mücadele konusunda karşılıklı suçlamalara benziyor. Ayrıca bu dosya, bazı aktörler için meşruiyetini artırmak ve maruz kaldığı baskıları ve dış eleştirileri hafifletmek için bir araç haline de gelmiştir. 

Ana Amaçlar

DEAŞ’a karşı savaşın siyasi istihdamı ikilemi yeniden gündeme geldi. Devlet ya da devlet dışı birçok aktörün, bir dizi kilit hedefe ulaşmak için DEAŞ’a karşı savaşı veya genel olarak terörizmi kullandığı görülüyordu. Bu hedefler şöyle:

  1. Rakipleri kazanımlardan mahrum bırakmak: Bu, bölgedeki siyasi çatışmaların ve birçok aktör arasındaki iç kutuplaşma durumunun ortasında büyük bir hedefi temsil ediyor. Belki de Libya’daki durum bunu gösteriyor. 29 Ocak’ta Libya Ulusal Ordusu, resmi sözcüsü Tümgeneral Ahmed el-Mismari aracılığıyla, Abdulhamid Dibeybe başkanlığındaki Ulusal Birlik Hükümeti’ni sert bir şekilde eleştirdi ve onu Ulusal Ordu’nun DEAŞ’ı yenme başarısını çalmaya çalışmakla suçladı. Mismari, Dibeybe ve hükümetinin İçişleri Bakanlığı’nın güneyde DEAŞ’a karşı askerî harekâtı benimsediğini ve bölgeyi hiç tanımadıklarını belirtti. Bunu Ortak Askeri Komite’nin (5+5) çalışmalarını, Ulusal Ordu Başkomutanı Korgeneral Abdurrezzak el-Naduri ve Genelkurmay Başkanı’nın Tümgeneral Muhammed el-Heddad toplantılarını aksatmak için yaptıklarını sözlerine ekledi. 

Bu mücadelenin DEAŞ’a karşı savaşla ilgili Kısmen, her iki tarafın da aynı yüzdeleri kazanma ve rakibi önemli bir karttan mahrum bırakma girişimi gizli olduğu göz ardı edilemez. Ayrıca, uluslararası destek almaya çalışmaktadır. Yaklaşan yasama ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bahsetmiyorum bile. Dolayısıyla DEAŞ’a karşı savaş, seçimlerde adaylar için propaganda araçlarından biri olabilir. 

  1. Dış izolasyonun şiddetini azaltmak: Bazı partiler siyasi söylemlerinde DEAŞ’a uygulanan baskıları ve dış izolasyonu hafifletmek için bir araç olarak DEAŞ’a karşı savaşı kullandılar. Suriye rejiminin DEAŞ’a karşı savaşı ele alma şekli bu konuda en iyi örnektir. Geçen yıllarda rejim, dış imajını güçlendirmek, uluslararası ve bölgesel izolasyondan çıkmak için DEAŞ ve teröre karşı savaş retoriğine güvendi. Bu, örneğin Suriye Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanı Faysal Mikdad’ın 27 Eylül’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 76. oturumu öncesinde yaptığı konuşmada açıkça görülüyordu. Mikdad, Suriye’nin terörle mücadelesinin tüm toprakları temizlenene kadar devam edeceğini ve hiçbir dış saldırı veya baskının Suriye’yi bunu yapmaktan alıkoyamayacağını vurguladı. Suriye halkının teröre karşı verdiği mücadelede sadece vatanını ve medeniyetini değil, tüm insanlığı da savunduğunu tarihin yazacağını açıkça belirtti.
  1. Türkiye’ye karşı uluslararası baskı çağrısı: Belki de Suriye Demokratik Güçleri (SDG) milislerinin Haseke’deki Ghweran hapishanesine DEAŞ saldırısına ve ocak ayı boyunca birkaç gün süren hapishaneye baskın girişimine karşı tavırlarında görünen budur. SDG, Türkiye’yi bu saldırıyla ilişkilendirmek için çalıştı ve bu yıl 23 Ocak’ta bir açıklama yaptı. Söz konusu açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Tutuklanan bazı DEAŞ çetelerinin ifade ve itiraflarına göre; Paralı askerlerin liderleri ve yetkilileri Serêkaniyê / Ras al-Ain gibi Türkiye’nin kontrolü altında bulunan bölgelerde bulunuyor. Hapishanedeki paralı askerler o bölgelere doğru kaçmaya çalıştı. Güçlerimizin cezaevine yönelik DEAŞ terör saldırısına karşılık vermekle meşgul olması tesadüf değildir. Türk işgal devleti ve çeteleri, Ayn İsa ve çevresindeki güçlerimizin noktalarına ve yoğunlaşmalarına saldırı başlattı. Türk işgali ve çeteleri, Tel Temr ve Ebu Rasin bölgelerine de saldırı düzenledi. Bu saldırılarla DEAŞ terör saldırısı arasında yakın bir bağlantı var.”

Suriye Demokratik Güçleri tarafından yapılan bu açıklama, başta Türkiye’ye daha fazla uluslararası baskı yaratmak ve imajının tahrif edilmesi olmak üzere birçok ana gösterge içermektedir. Özellikle, geçtiğimiz yıllarda Ankara’yı DEAŞ ile ilişkilendirmeye çalışan birçok suçlama ve rapor söz konusu. Öte yandan SDG, Türkiye’nin kuzeydoğu Suriye’de güçlerinin konuşlandığı bölgelere yönelik yeni bir askeri operasyon gerçekleştirmeye yönelik her türlü girişimi baltalamaya çalışabilir. Özellikle Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın 15 Ocak’ta yaptığı açıklamadan sonra oldu.  Akar, “Türkiye’nin sınır dışından kendisini hedef alan saldırılara sabrı kalmamıştır” dedi. Türkiye’nin kendisini hedef alan her saldırıya ani karşılık verileceğini vurguladı. 

  1. ABD ile İlişkilerin yönetimi: Bazı bölgesel taraflar, ABD ile ilişkileri yönetmek için DEAŞ’a karşı savaşı bir araç olarak kullanmaya başvurdu. ABD ile Türkiye arasındaki gerilimin azalmasına rağmen, Aralarındaki ilişkide sorunlar devam etti ve DEAŞ’a karşı savaş bu sorunları tersine çevirmiş olabilir. Geçtiğimiz aylarda iki taraf, DEAŞ ve genel olarak terörle mücadele konusunda karşılıklı suçlamalarda bulundu. Örneğin, 9 Ekim’de Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Washington’u DEAŞ unsurlarını Afganistan’da ve Suriye’de Kürt güçlerine destek ve yardım sağlayarak teröre destek vermekle suçladı. Bu gerilim, ABD yönetiminin Suriye’nin kuzeyindeki askeri operasyonları nedeniyle Türkiye’ye uyguladığı yaptırımları genişletmesi nedeniyle geldi. 

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın geçen aralık ayında terörle ilgili yıllık rapor yayınlanması, ABD-Türkiye anlaşmazlıklarını pekiştirdi. Raporda Türkiye’nin terörle mücadeledeki rolüne yönelik eleştiriler yer aldı. Söz konusu açıklamaya Türkiye’den tepki gecikmedi. Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın 17 Aralık’ta yaptığı açıklamada, ABD’nin raporu Türkiye’nin terör örgütleriyle mücadelesine ilişkin değerlendirmesinde eksik, taraflı ve haksız olduğu gerekçesiyle kınandı. Açıklamada ayrıca Washington’a Fethullah Gülen örgütüne karşı tavır alma ve (Türkiye’nin terör örgütü olarak sınıflandırdığı) örgüt üyelerine Amerikan topraklarında güvenli bir sığınak sağlamaması çağrısında bulunuldu. 

  1. Güvenlik etkisinin kapsamını genişletmek: Bu durum, Irak’taki “Halk Seferberliği” milislerine bağlı bazı siyasi güçlerin, “DEAŞ” örgütünün 21 Ocak’ta Diyala Valiliği’nde Irak ordusunun karargahına düzenlediği saldırıyla etkileşiminde ortaya çıktı ve Saldırıda 11 Irak askeri öldü. Saldırının ardından El-Fateh İttifakı temsilcisi Salem Al-Anbaki, terör saldırısını kınayan bir açıklama yaptı ve “Halk Seferberliği” milislerinin güvenlik etkisinin genişletilmesi çağrısında bulundu. “Bu olay Diyala Valiliği’nin güvenlik ortamında ciddi bir gelişmedir. Olaya tanık olan bölgedeki güvenlik açıklarının varlığını ve istihbarat çabasının zayıflığını ortaya koyuyor. Bu alanların güvenliği, orada konuşlu güvenlik güçlerini desteklemek ve kontrol etmek için kalabalık güçler tarafından güçlendirilmeli ve terör gruplarının içlerinde bulunmasına izin verilmemelidir. Özellikle, bu alanlar Diyala’nın kuzey kapısı olarak kabul edilir ve stratejik Bağdat-Kerkük yolunun yakınından geçer.” dedi. 

Kazanan Kart

Son zamanlarda Orta Doğu’daki bölgesel ilişkilerin eğilimlerinde bazı değişiklikler olmasına rağmen, özellikle yıllar süren gerilimden sonra bazı güçlerin sakinleştirme girişimleri ışığında DEAŞ’a karşı savaşın siyasallaştırılması sürecinin pek çok açıdan önümüzdeki dönemde de devam etmesi muhtemeldir. Bu görüşlerin başında, Libya dosyası gibi bazı dosyalarda sükûnet hali, siyasi bir sükûnet değil, sadece askeri bir sükunettir. Bu, DEAŞ’a karşı savaşın, şiddetli siyasi çatışmaların yönetiminde önemli bir kart olmaya devam ettiği anlamına geliyor ve bazı taraflar için diğerlerinin pahasına meşruiyeti ve siyasi fırsatları artırmak için bir giriş noktasıdır. Bu, DEAŞ’ın Suriye ve Irak’taki operasyonlarının son zamanlarda artmasıyla paralellik gösteriyor. Buna “DEAŞ” tehditleriyle yüzleşme yolunda iç anlaşmazlıklar eşlik ediyor.